Sıfırın Bir Başka Formu
Tarif etmek kolay. Hicret ettiği köyün
tek yabancısı olan zavallının hisleri kadar meskensiz kalmak gibi. Ya da şu
hepimizin ayıla bayıla izlediğimiz karanlık filmler kadar huzursuz.
Artık nereden neyin çıkacağı belli olmuyor. O kadar çok izledik ki o sahneleri
çalıların ardından üzerimize atılmayı bekleyen canavarı kahkalarımızla
karşılıyoruz, eğleniyoruz onunla. Acı veren zulmünü mazoşistler kadar
heyecanla karşılıyoruz. Çoğumuz aynı duyguları hissediyoruz bu zamanlarda.
Katrana bulandık, kirletildik.
İnsanlık, tarihin hangi sahnesiyle
başladı bilmiyoruz, onu tahmin etmek zor. Belki tarif edebilirdim hislerimi ve
belki sizler de birbirinden farklı onlarca sahneden birine bezerdiniz
anlattıklarımı ama pek yorgunum, parmaklarım ağrıyor. Bazen diyorum ki; Keşke
daktiloların zamanında yaşasaydım. Olması gerektiği kadar hızlı olurdu
her şey ve olandan uzun sürerdi bazı şeyler, hem yanlışın da izi kalırdı
kağıtta. Ait olmadığım zamanları yaşadığımı söyleyebilirim ama belki de
ait olduğum zamana doğmuştum, kim bilir? Biz Araf'a doğanlardanız sonrakiler için üzgünüm. Aidiyet insanlardan
önce ölecek ve bu çılgınlık sonunda insanlığı da öldürecek. Hoş,
insanlığımız öleli uzun zaman olmuş, öyle diyorlar. Buna da çok gülüyorum
biliyor musunuz? İnsanlığı olmayan insanlık... Dinlerken yanlış matematik diye
kızardık müzisyene ama hakikaten öyleymiş. Kendimden kendimi çıkarırsam sıfır
kalmıyormuş meğer. Sıfırın bir başka formunu da keşfettik sonunda. Zaten bir o eksik kalmıştı.
Çoğunluğun karşısında ufacık bir gruptuk, öfkelendik ama artık
nafile. "Olur öyle!" dedi görünmeyen el. Küçümseyerek. "Ben istemezsem
bazen olur öyle" Haşa kendi tanrısına zulmeden bir "el"...
Adem'e secde etmeyen Azazil kadar aşağılık, en az onun kadar küstah.
Şimdilerde
hepimiz aynı odadayız. Ucu bucağı görünmeyen bir karanlıktayız. İz
bilen yok, yol bilen yok. Hayatımda hiç bu kadar sessiz bir kalabalık
görmemiştim. Şu son cümleden sonra uzun uzadıya düşündüm aslında; 20'li
yaşlarının sonlarını yaşamaya başlamış bir çocuk olarak hayatımda hiç kalabalık
görmüş müydüm acaba? Bilmiyorum. Kalabalığı sorgulamak gerekir biraz. Mesela
kalabalık mıyız biz bu kentte ya da ne kadar yalnızım bu evde? Onlar dahil mi
gerçekliğe? Hiç ışık yoksa aynı odada olmak yeter mi kalabalık sayılmaya? Yine
bilmiyorum. Üzerine düşünmek gerekir ama ben artık düşünmek istemiyorum. Her ne
kadar halkından nefret etmiş olsam da Yeni Babil'de uyanmak isterdim. Ne kadar
ironik değil mi! Orada bile daha kalabalık sayılırmışız meğer.
Şimdi
cevap verin pak mıydık yoksa opak mıydık sizce? Ya da boş verin ne fark eder ki
sonunda katrana bulandık işte. Öylece bekliyoruz bazı şeyleri ve öylece
yaşıyoruz bize emredileni. Ters asılı piyanoyu düşünüyorum bazen, düşünmüyorum
değil ama bu anasını siktiğim yerçekimi de hiç adil değil. Haşa isyan
etmiyorum, ki zaten etmiş olsam da kabul etmiyorum, ama ya diğerleri? Mesela
bazıları uzayda doğmuş bazılarıysa hayatında hiç piyano görmemiş çocuklar
bunlar. Eskiden dışarıdan kaygılanırdım onlar için bu yüzden Freud'un
penceresindeydim. Kırıldım ve yer çekimine yenildim, onlardan artan bütün tuşları yedim. 4
duvar arasında sessizliğimizi dinledim ya da hepinizin ayrı ayrı sessizliğini.
Ne fark edecekse artık!
NOT: Yeni
Babil'de uyanacağımı zannetmiyorum ama uyandırılmayı bekliyorum. Evet itiraf etmek gerekirse önce paktım sonra opak. En sonunda da kendi kendimi katrana buladım. Bütün suçlarımı kabul
ediyorum ve kişisel evrimimi affediyorum ama halkından hala nefret
ediyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder